9 Kasım 2023 Perşembe

Buradayım, tekrar.

Yazmaya ihtiyacım var. Tüm hissettiklerimi, tüm yaşananları ve neler düşündüğümü aktarsam sayfalar yetmez. Özetlemeye de gücüm yetmiyor. Bugünden devam edelim.

Evimin salonundayım. Loş ışığımı açtım. Yarın işe gitme kaygım yok. Son ofisten istifa ettim. Korkunç yorucu işlerinden, gerçekleşmeyen vaatlerden ve sezdiğim korkudan bıkmıştım. Kuş gibi hafiflerim derken şimdi yeni bir ofis bulma kaygısı içindeyim. Gelecek kaygısını omuzlarımda. Mesleğimde iyi olmak istiyorum. Kendimi hayal ettiğim yerde görmek için her şeyi yapmaya hazırım. Kaygılar için erken olsa da benim yapım bu. Yarın adliyeye gidip Ağır Ceza imzasını atacağım, her adımı kurguladım mesela. Susmayan kontrolcü bir beyin ile yaşamak ve ona rağmen yaşama sevgi ile bakmak zor. Deniyorum yıllardır.

Bir ilişkim var. Çok sevdiğim biri ile beraberim. Çok zor süreçler atlattık. Hala bazen karşılaşıyoruz bu zorluklarla. Hiçbir şeyi kolayca elde etmedim. Ha fırsatlar, şanslar, insanlar kolayca hayatıma girdi. Fakat hiçbir zaman çabasız bir şekilde duramadılar. Bazen ağlamam, bedel ödemem ve diretmem gerekti. Buna alışkınım fakat tükendiğimi hissettiğim noktalar oluyor. Öyle bir anda yine ne yapacağımı bilemedim, yazmaya kaçtım. Yalnız yaşamak bu yüzden boğucu. Kendi kendime konuşmak garip. İnsanlarla olmaya, aileye, arkadaşa ve sevgilime alışkınım. Tek başıma olmayı bazen katlanılmaz buluyorum. Kendimi sevmekle bir ilgisi var mı zannetmiyorum, bana uygun bir konsept değil. İstanbulda tek başıma yaşama hayalimi metropolün göbeğinde gerçekleştirmişken ne kadar farklı bakıyorum şimdi, ilginç geldi.

Uzun zamandır gerçekten mutlu hissetmiyorum blog. Gülmek, neşeli olmak vs. bambaşka. Yazdan beri öyle süreçler atlatıp hiç dinlenmeden hayata devam ettim ve hala devam etmek zorundayım ki bazen gün içinde ne yediğimi, neyin hoşuma gittiğini ve neler yaşandığını unutuyorum. Hafızam istemiyor. Siliyor. Kontrolcü yapım böyle zamanlarda hat safhaya çıkıp hayatta kalma güdülerimi kendine getiriyor. Dur! Dağılamazsın! Çevrendeki herkesi ve her şeyi düzelt ki onlar da dağılmasın! Bu sefer bırakasım var ama yapamam. Sabah yapmam gereken her şeyi yerine getireceğim. Gözükmeyen bir üzüntüyle.

Yazarken her şey daha dramatik, gece söylenen her söz daha ağır ve sabah olduğunda işler basitleşecek. Fakat güneş doğunca dikkatimizi dağıtan tüm uyaranlar sustuğunda aslında neler olduğunu idrak ediyoruz. Etmişken yazayım kaybolmasın, okurum. Bunu istedim.

Sizlerden de duymak isterim.

Çav. 

5 Aralık 2022 Pazartesi

Bir mucize bekledim meğer mucize benmişim.

 Hava soğuk, ekose battaniyemi kucağıma serip uzandım. Bir şeyler izlemeye karar vermiştim ki ambiyans beni yazmaya itti. Ne haldeyim merak ediyorum. 

Yeni bir mindset oluşturmaya çalışıyorum çünkü önceki tuzla buz olmaya çok müsait. Biri, bir şey, olumsuzluğu o'su dokunduğu an dağılıyordu. Sıkıldım. Dünya buna okay bir yer değil. Naif olmakta problem yok ama işlevsel mi? Zannetmiyorum. Terapistime sürekli ''ama onlar...'' diye cümle kuruyordum. Bana en sonunda dedi ki: Farkında mısın sürekli onlar gibi olmak istiyorsun. (Onları pek açmayacağım.) Evet çünkü böyle kazanıyormuş gibi hissetmiyorum ve kaybetmeyi sevmem. Hayatı yarış gibi mi görüyorsun derseniz ortada üzüntüm söz konusuysa evet. Katlanamıyorum üzülmeye blog. İniş çıkışlar muhabbetini biliyorum. Fakat sanki o kadar uzun bir zamanı melankoliyle geçirmişim ki artık sadece neşeyi hak ettiğimi düşünüyorum. Bunun bozulması beni öfkelendiriyor. Duygu durumlarda uzun süre kalmayı sevmiyorum. Geçmişle bağlarım hemen şu an kopsun istiyorum. Olmuyor. Olmayacak bir şeyi de istediğimi biliyorum. Fakat hem geçmişi hem bugünü aynı anda yaşamak katlanılmaz bir şey. Doğrusu ne bilmiyorum zaten duygularımda hep bir doğru-mantık arıyorum. Halbuki diğer insanlara karşı olabildiğince empatik yaklaşırım, en saçma şeylerini bile normal görürüm. İş kendime gelince prof. kesiliyorum. Hayır şu an buna üzülemezsin, hayır o kişiyi düşünemezsin, hayır şu an bunu yapmalısın...Değiştim ama buna eminim. Beni gerçekten yıkabilecek şeyleri artık daha büyük bir olgunlukla değerlendirebiliyorum. Karakteri güçlü biriyim blog hiç kem küm edemeyeceğim bu konuda. Hatta kendimi haddinden fazla tanıyor ve biliyorum. En depresif anlarımı hep buraya yazdım, yer yer gidip okuyorum. Kendimi tokatlayasım falan var. Kalk ayağa ya en güzel yaşların! Ne bu melankoli ne! O zamanlar da ondan haz alıyordum herhalde işte. Art arda yaşanan kötü tecrübelerimi şimdi daha sağlıklı değerlendiriyorum ve bu kendime olan sevgimi büyütmeme yol açtı. Her depresif dip anımdan sonra bir başarıyla taçlandırmışım. 17 En kötüsüydü mesela yine de o yıl ne lazımsa devam etmişim sonuçlandırmışım. 19 Felaketti ilk panik atak, ağlaya zırlaya da olsa dönemi kapatmışım. Kendimden hiç ödün vermemişim biliyor musun? Ne yaşanırsa yaşansın inançlarım ve benliğim öyle sağlam ki şu an bile koruyorum o Anılı. Fakat koruyamadığım bir taraf oldu blog. Kendime merkezlenmekten vazgeçtiğim, ideallerimi görmemi engelleyen o tarafımla defalarca karşılaştım; yeni meselem oluverdi. Duygularımın beni kontrol etmesine artık izin vermek istemiyorum, onları kontrol edebilecek kadar iradeli olmak istiyorum. Dev bir istek, benim gibi biri için radikal bile denebilir...Üst versiyonum olsa ne yapardı? Benim hayal ettiğim o Anıl bu durumla karşı karşıya kalsa ne yapardı? Bunu düşünüyorum, öyle hareket ediyorum. Çok şey istiyorum, şimdiden gerçek olduklarını görebiliyorum.

Hafif bir baş ağrım vardı, yazdıkça hafifledi sanki. Dijital günlüğüm iyi ki var. Burayı ve okuyanları gerçekten seviyorum. Bu konuda fazla düşünürsem gözlerim bile dolabilir, o derece.


Bir mucize bekledim, meğer mucize benmişim. (Aleyna Tilkinin bir tweeti eveet)

Sizden haber almak istiyorum, yorumda buluşabilir miyiz?

Çav.

Sevgiler.

26 Temmuz 2022 Salı

Yaz, Astroloji ve Birtakım Haberler

 ''The Lost Daughter''ı izledikten sonra bana bir yazma isteği geldi. Yunan adaları, güzel sinematografi ve hisli senaryo...artblock yazı yazanlarda da oluyor bence. Kıramıyorum bir türlü. Kırmak istiyor muyum? Onu da bilmiyorum. 

Önceki yazıda İstanbuldan bahsetmiştim uzunca. Staja gittim, birçok yeni tecrübe, insan, olay...Bir anda hepsini yazınca ''too much information'' gibi geldi, yayımladıktan birkaç saat sonra sildim. Böyle bir döngünün içindeyim. Yazmak istiyorum ama bir şey beni itiyor, yazdıklarımı beğenmiyorum siliyorum. Sanırım yazmak hep biraz kendine yaklaşmak, kendini deşmek hatta bir anlamda. Bunu istemiyorum belki de. Hayat çok hızlı akıyor, yetişmek gereken çok şey var...seneye mezun oluyorum mesela planlamam gereken bir hayat beni bekliyor. Bu akış içinde yazmak, daha doğrusu benim yazmaktan anladığım, hep bir miktar inziva gerektiriyor. Çünkü melankoliden besleniyorum. Roman, senaryo, blog yazısı ne olursa olsun biraz o ruh halinde olmam gerekiyor. Şu an pek değilim ama dedim ya filmin etkisiyle yansıtma yapıyorum. :)

Yaz kendini gösterdi. Son iki üç gündür felaket sıcak. Tatilde değilsen sıcakların anlamı yok o yüzden memnun değilim. Pek bir şey yaptığım söylenemez. Astroloji bilgimi ve ilgimi gelire çevirmeye çalışıyorum yavaştan. Geri dönüşler çok güzel blog bu kadar beklemezdim. Ocak ayından beri aktif olarak ilgileniyorum, kendi çapımda okumalar yaptım videolar izledim haritam da oldukça yatkın...hayatmın şu an önemli bir kısmını kapsayan bir hobi. Ha ben belki tanıyorsundur dönem dönem çok sevdiğim şeyleri buz gibi bırakabilirim. Bu sefer farklı, beni olgunlaştırdığını hissediyorum. Uzun zamandır yapmam gereken bir şeyi bulmak gibi. Reklam geçeyim mi izninle?

AD: Doğum haritası/ Solar Harita (1 yıllık öngörü haritası)/ Lunar Harita (1 aylık öngörü haritası) danışmanlıkları almak istersen bana hopefulsalad@hotmail.com adresinden ulaşabilirsin. Detayları paylaşırım! (Ses kaydı yoluyla yorum yapıyorum tanışmış da oluruuz!)

Cumartesi abimin nişanı var. İnanılmaz geliyor. İlk kez bizim çekirdek aile olarak böyle bir olayımız var. Gün boyu sadıç(?) olacağım. Kıyafet seçmek ne zormuş, hepimizde biraz gerginlik var. Umarım her şey güzel geçer, mutlu bir başlangıç yaparlar. Çok tatlılar görmen lazım...

Özellikle İstanbul tecrübesinden sonra daha güçlü biri olduğumu düşünüyorum. Ruhsal anlamda toparlamaya vakit bulamadığım bazı şeyleri atlattım. Akışta kalmanın en büyük ilacı çalışmak. Ne iş olursa olsun bir odağının olması. Stajdayken cildim daha güzeldi mesela, şimdi yine saçma sapan sivilcelerle uğraşıyorum. İnsan kendine aşırı odaklanmamalı diye bundan diyorum. Halledeceğim. Birkaç meseleyi daha çözdükten sonra çok ferah bir akla erişeceğim. Büyük bir sözden ziyade bir plan bu inan...

Siz nasılsınız? Her defasında burada mısınız diye yoklayasım geliyor. Eski yazılar hala okunuyor. Bazılarına bakınca bir ''çocuk'' görüyorum. Çok kırılganmışım blog. Çok üzülmem, çok dert etmem ve çook hisli olmam ne normalmiş. Yine de her zaman kendim olmuşum. Hiçbir tecrübenin ''ben de onlar gibi olacağım''a evrilmesine izin vermemişim. Tipim...ay bence o felaket eski fotoğraflara bakınca ağağağ diye çığlık atasım geliyoor :D

Benden haberler bu kadar :) Bir ara film konuşayım yine. En sevdiğim biliyorsun. Bu yıl pek izleyemedim yoğunluktan gerçi ama çıkar yine.

Sizden haberler almak beni mutlu eder!

Kendinize cici davranın.

Çav.






11 Nisan 2022 Pazartesi

22. Yaş Yazısı

Nasılsın blog?

İçimden yazmak geldi. Bu his uzaklaşmadan işe koyulayım bari dedim.

5 Nisan doğum günümdü. 22 Yaşına girdim. Her doğum günümde özel yazı yazardım, kaçtı artık ama yine de bu yaşa da değinmek istedim. Kendime öyle güzel bir arşiv oluşturuyorum ki aslında şöyle 30'lara geldiğimde ilmek ilmek yaşamımı gördüğüm bir defterim olacak. Ben 30 olunca dünyanın hali ne olur bilmiyorum tabi ama...bloğu arşivlesem mi? overthink geldi durduk yere lol.

Doğum günüm güzel geçti, arkadaşlarımla eğlendim, şarabımı içtim, dans ettim, uyumadan önce meditasyonumu yaptım...21 Benim için hem en zor hem en güzel yaştı. Çok değiştim blog. Karantinadaki ben ve sonraki ben bambaşka insanlar sanki. Her yaşta ''geçen seneki gibi değilim'' hissi olurdu ama bu farklı. Tip olarak da çok değiştim çünkü. Uzun yıllar görmeyenler ohoo sana ne olmuş vs. oluyor mesela. Kilo aldım, yüzüm daha bir oturdu...büyümek işte aslında. Sosyalleşemediğimiz bir dönemden sosyalleşmeye ani geçişimizin de bu değişimde payı elbet var. Yeni eve çıkmak, yeni ilişkiler, arkadaşlarımla sonunda yüz yüze olmak, planlar, akademi...Her şey dolu doluydu. Zorlanmadım diyemem. Her şey çok yoğun, gerçek ve yer yer inciticiydi. Bir şekilde devam etmeyi öğretti bana hayat. Sen ne yaparsan yap o gün ya gül ya ağla her şeyin kendi içinde devam ettiğini öğrendim. Bu yaş bunun için vardı sanki. ''Büyümenin Sancısı'' isimli kitap bu yaşa kapak olabilir. Sorunların çözümü bir yerden sonra sana bakıyor. Sürüne sürüne de olsa bitirdim bir şekilde ama işte şimdi geriye dönüp baktığımda yaptığım her şey için memnun hissediyorum, pişmanlık bana göre bir şey değil zaten. Sadece bir de şunu öğrendim ki hayat aynı zamanda bir matematik. Hisleri güçlü biriyseniz bu matematiği lehinize çevirebileceğinizi düşünürken bazen zannetmekle kalıyorsunuz. Oyunu kuralına göre oynamanın gerektiği tiplemeleri belirledim aklımda. Pratikte göreceğiz. 22'de hislerimi biraz daha gölgeleyip mantığımı açığa çıkaracağım, hope so.

Kendim hakkında neyi seviyorum biliyor musun? Ne yaşarsam yaşayayım ki bazen gerçekten ağır hissettirenleri de oluyor, her şeye rağmen ''idealize ettiklerim''den kopmuyorum. Benim onların geleceğine inanacımdan hiçbir şey, hiç kimse alıkoymuyor. Daha pozitif bir insana dönüştüğüm doğru. Bunun güzel şeyler yaşadıktan sonra gerçekleşen bir şey olduğunu sanırdım fakat tam tersiymiş. Evren deneyimler sunar sen içinden geçersin sonra nasıl yorumlarsan hafıza onu öyle alır. Kendimi yaralamayı reddetmeye çalışıyorum. Kafam susmadığında onu mantık dizginine almak için uğraşıyorum. Bunda geliştim de. Bazen bazı şeyler sadece olur, bazı insanlar kötüdür, bazı olaylar yaşanmalıdır ve bazen böyle biri olmalısındır...akışta kalmak ne kadar önemli, o akışa tutunmaya çalışıyorum ve hiç de fena değilim.

Geçen tumblrdan biri çok güzel bir mesaj yapmış, uzun yıllar takip ettiğine ve benim onun hayatını değiştirdiğime dair...güzel dileklerde de bulunmuş. Öyle bet bir anda okudum ki gözlerim doldu. Duygusal bir eramdaydım zaten. Beni hala takip edenlerin, okuyanların olduğunu görmek bana geçmişimi hatırlatıyor; kendimle aramda olan bağı inşa ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim...göz dolması deyince hiç ağlayamıyorum biliyor musun? çok kırıldığım bir anda bir kere ağladım genelde hep olmaması gereken anlarda oluyor zaten bu sefer de otobüstü...yoksa tenhada ühüleyip irl ben ağlamam diyen bir tipim. Ağlamak kötü bir şey olduğundan değil gerçekten zor ağladığımdan. Sadece içime aktığını hissediyorum ya da öfkeye dönüştürüyorum. Belki üzerine çalışılabilir bir konudur çünkü kolay ağlayabilenlerin daha sağlıklı duygular yaşadığını gözlemledim. Daha ''duygusal'' değiller ama orası ayrı, duygusal olmak empatikliktir. İnsanlar karıştırabiliyor...bu da böyle bir anektod olsun.

Yeni yaştan beklentiler mi?

Manifestlerimde saklı kalsın. :)

Hepinize sıkıca sarılıyorum,

çav.

***

Bunu iki gün önce yazıp bırakmışım. Şimdi ders dinlerken aklıma düştü ''aa bir şeyler karalamıştım sanki'' oldum. Okudum şöyle bir, ekleyecek bir şey göremedim. Finaller gümbür gümbür geliyor. Hiç sevmiyorum çalışmayı yalan söyleyemeyeceğim. Yine de yapmam gerekeni yapmam gereken zamanlar. Lütfen bana şans dileyin enerji yollayın şu sene ders bırakmadan su gibi aksın geçsin :( 

Hadi kaçtım!

6 Şubat 2022 Pazar

MUBI'den Seçme Film Önerileri

 Filmler hakkında konuşmayı özledim. 

Tatilin başlangıcında bir MUBI hesabı açtım, sonunda, aslında amacım ''Merhaba Canım'' belgeselini izlemek olsa da derya deniz Fransız sineması listesini görünce bir miktar delirip onu unuttum. Herkese hitap edeceğini düşünmesem de sinemaseverler için güzel filmler seçilmiş. Olayı tam bilmediğim için örneğin Rohmer'in her filmi var sanıp sevinmiştim ama katalog gibi listelenmiş olsalar da izlemeye açık olanlar daha az sayıda. Yine de elinin altında böyle bir arşivin olması güzel. Eğer overall nasıl bir platform olduğunu merak ediyorsanız rahatlıkla önerebilirim.

Şimdi Ocak ayında izlediğim ve izlemeye değer gördüklerimin listesine gelelim:


SHIVA BABY



Bu film hakkında biraz iddialı konuşacak olabilirim ama benim için mükemmeldi. Tam olarak bir filmden ne bekliyor ve almak istiyorsam bana onu verdi. Kurgu, çekimler ve oyunculuklar hani böyle güzel bir kitap okuduktan sonra gelen doyma hissi vardır ya, işte o hissi hatırlamamı sağladı.

Danielle üniversitede gender çalışan bir genç kadın. Sugar Daddy'si ile buluştuğu aynı gün ailesiyle bir cenaze törenine katılıyor. Aynı cenaze törenine oldukça eski bir kız arkadaşı ve karşılaşmayı hiç beklemediği biri daha katılıyor. O andan sonra tek mekanda Danielle'in hem ailesiyle, hem misafirlerle hem de kendiyle verdiği deyim yerindeyse amansız mücadeleyi izlemeye başlıyoruz.

Şunu belirtmeliyim ki film gerçekten anksiyete azdırıcı. Bebek ağlayışları, yeme bozukluğuna olan atıflar, tek mekanda sıkışık kalma durumu...İzlerken bir ara balkonda sigara molası verebilirsiniz. Bu gerçekliği katan kesinlikle yönetmenin başarısı diye düşünüyorum. Kadın bir yönetmen olmasına ekstra sevindim hem de kendisinin ilk uzun metraj yapımıymış. İsmini not ediyorum bundan sonraki işlerini havada kapacağım: Emma Seligman. (Wow bu arada, 26 yaşında kendisi. Müthiş.)

Film birçok açıdan bizim jenerasyona da hitap eden öğeler barındırıyor. Gender çalışmak, sugar daddy mevzusu, ex aşklarla beklenmedik durumlar, akraba baskısı...Hepsi zorlama olmayan, doğal akışında ilerleyen bir sentezle sunulmuş. Sen aşina olduğun şeylerin içinde kendini konumlandırırken aynı zamanda o relate olma hali sebebiyle aklından senaryolar yazma imkanı da buluyorsun. İşte doyurucu bir film olarak buna diyorum ben!


CIGARE AU MIEL



Kadın yönetmenlerden devam ediyoruz!

Öncelikle söylemeliyim ki bu filmi Letterboxd yorumlarına bakıp izlemek isterseniz bir miktar soğuyabilirsiniz. Fakat ben soğutan yorumları bertaraf etmek üzere yazacağım, bakalım.

Selma, entelektüel ailesiyle Pariste yaşan üniversite öğrencisi genç bir kadın. Ülkesinde radikal islamcı bir devrim yaşanırken biz Parisyen seküler bir ailenin kızının bu geleneksellik ve modernite arasında cinselliği-sevgiyi keşfedişini, anlamlandırmaya çalışmasını izliyoruz. Tam bu açıdan Kuzey Afrika-Ortadoğu coğrafyasının bize çok yakın olduğunu düşünüyorum. O doğu ile batı arasındaki çatışma en çok moderniteyi bir ucundan tutmaya çalışan genç nesilde hissediliyor. Değişim hegemoniktir, cinsellik de öyle. Gençlik devrim fitilini de bu keşfedişlerle birlikte yaşayarak yakmaya başlar. Yönetmenin Selma'nın hikayesiyle böyle bir bağ kurmaya çalıştığına inanıyorum.

Evet kabul, oldukça post kolonyal bir hava var. Örneğin Selma hiç de Cezayirliye benzemiyor, ailenin yaşayışı bayağı Fransız hatta onların Selma'ya görücü getirmesini falan izlerken garipsiyorsunuz. Yani evet sekülerizm geleneksellikten tamamen kopuş değil çünkü geleneksel olan her zaman ruhani değildir fakat kurgu bunu çiğ bir şekilde sunuyor. Bir türlü Selma'nın ailesiyle olan ilişkisine dair oturtulamayan şeyler var. Sanırım en çok bu açıdan kolonyal bakış hakim. Yani esmer tenlilerin en Avrupalı haliyle tanıtılması söz konusu. Türkiye'de yapılan filmlerde de buna rastladığımız için belki de garipsemedim.

Filmde bir cinsel saldırı sahnesi söz konusu. Bunun ne kadar gerekli olduğuna dair beni düşündürdü. Oldukça hassas olan bu sahnelerin kurguya kilit bir nokta katmadığı sürece ne kadar gerekli olduğuna ihtiyatla yaklaşırım. Şerh düşmek istedim.

Oyuncular arasında bizim Elio'nun annesi var! Kraliçe yine güzelliğini koruyor. En sevdiğim sahne de onun oldu. Cezayirde islamcıların kapattığı sokaktan türbansız haliyle korkmadan geçen kadın bir doktor olarak biz seküler Türkiyelilere gurur dolu bir an yaşatıyor şimdiden söyliyeyim, o kısa sahneyi iple çekin...


LE BONHEUR





Varda'nın ''Mutluluk'' isimli bu filmini izlemeyi hep erteliyordum. Platformda denk gelince artık izlemenin vakti diye düşündüm.

Varda'nın kurgularında hep bir rahatsız edicilik oluyor ve bunu o kendi sinema evreniyle birlikte sunarak bizi akışın içinde tutmayı da ustalıkla beceriyor. Bu filmde de tam olarak bu ona has becerisini göstermiş. İki tane kadın arasında mekik dokuyan ''mutlu'' aile babası bir erkeğin kadınlara bakışını izliyoruz. Feminist damarlar kasılıyor, her şeyin tatlı tatlı ilerleyişi höf dedirtiyor fakat bir şekilde izlemeye devam ediyorsunuz. Sona geldiğinizde ise bir soğuk su etkisi. Hiç tatmin edici değil. Sinematik olarak belki ama ahlaki olarak hayır. Bir şey seziyorsunuz her şeyi aslında rahatsız edici kılmış olan...baş harfi P son harfi A: Patriyarka. 



 LA FILLE SUELE




''Yalnız Bir Kızın'' bir günü. Aynı günde hem hamile olduğunu öğreniyor hem de yeni bir işe başlıyor. Bu gün içinde vermesi gereken kararlar ve çözmesi gereken problemler olacak. Konum yine ve yeniden Paris. 

Valerie karakterinin gizemli halleri ve her şeye rağmen devam eden o kararlılığı hatta tüm olumsuzluklara rağmen kıkırdayışları tüm hikayeyi taşıyan şey olmuş. Bayılmasanız da onun için izliyorsunuz. Karakterle bir şekilde bağ kurup o günün nasıl biteceğine dair bir endişe taşıyorsunuz. 

Sonu beni tatmin etmedi yalnız. Çok ani, çok ileri ve baştaki kurgudan bağımsız kalmış. Hikaye temposunu bozan kesin bitişleri sevmiyorum. Sanırım konu filmler olduğunda oldukça postmodern beklentiler içine giriyorum. 




BENEDETTA


''Günahsız Rahibeler'' filmini küçük yaşlarda izlemiştim. O zamandan kalan bir etkiyle rahibelerin yaşamına dair filmlere karşı bir merakım var.

Benedetta 10 yaşındayken bir manastıra para karşılığı ''İsa'nın gelini'' olmak üzere verilen küçük bir kız. Yıllar sonra ise İsa'dan gelen işaretlerle ve hayatına katılan bir kadınla yaşadığı ilişkiyle bambaşka bir insan olduğunu keşfediyor. 

Homoseksüel film türünde olması izlememe neden oldu elbet. Dini baskının altında yaşanan bir lezbiyen aşkı görmeyi umuyordum. Fakat yönetmen aşktan çok homoerotizm vermiş. Erkek bir yönetmen olarak lezbiyenliği böyle yansıtması düşündürmedi değil. Onun dışında dönemin ruhu kostümlerle, ambiyansla yansıtılsa da filmlerden edindiğim tarih bilgisiyle bile bir manastırda bu derece serbest olunamayacağını ya da işlerin öyle hemen değişemeyeceğini söyleyebilirim.

Bu eleştirileri belirtmekle beraber izlenilmeyecek kadar kötü bir yapım olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir beklenti içine girmeden şans verebilirsiniz. 


Öyleyse şimdiden:

İyi Seyirler

ve

çav.


7 Ocak 2022 Cuma

Bazı zamanlar, bazı şeyler.

 Burada hala bir yaşam var mı? Bilmiyorum, ben kendim için yazmaya geldim.

Uzun zaman sonra ilk kez bir şeyler yazıyorum ve nedense heyecanlandım. Cümleler bir çırpıda çıkmayacakmış gibi. Nereden başlayıp nereye bağlıyordum. Eski yazılara geçenlerde göz attım, hala oldukça okunanlar var. Oradaki kişiyle aynı kişi gibi hissetmiyorum. 20-21 Arası çok şey değiştirdi blog. Hiçbir şey aynı kalmadı desem yeridir. Elbette insan öyle tamamiyle değişen bir şey değil ama sanki 15 yaşındaki halime bakıyor gibi bir algıya büründüm. Yaşananların niceliğinden çok niteliği de önemli. Bir şey çok şeye bedel olabilir. Ben böyle bir şey olan çok şey yaşadım.

Aklımda günlük yazmak vardı fakat günlüğün sevmediğim bir yönü var. İnsan kendine karşı çok açık oluyor. Duygular fazla açığa çıkıyor. Bundan hoşlanmıyorum artık. Kendi derinliklerimizi bu kadar görmek reel dünyada acıdan başka hiçbir şey getirmiyor. En son uğraşımız olmalı kendimiz. Önce somut elimizde olanlar halledilmeli. Soyut kısma bir kez geçmek bir daha çıkmamak anlamına geliyor, kendimden biliyorum. O yüzden buraya yazıyorum çünkü ister istemez sansürlemem, kırpmam, detaysız kılmam gerekiyor. Daha sağlıklı ve hayat hikayesinin devamı gibi işlevsel de oluyor. Burayı öldürmek istemiyorum. Aynı kişi olmamam benim parçam olduğu gerçeğini değiştirmez ve ben buraya kadar gelen kendimin her halini olduğu haliyle kabul etmek istiyorum. Bu yaş için de aynısı olacağına eminim.

Bitişler zihinde yeni başlangıçları açıyor. Daha önce hiç düşünmediğiniz bir chapter açılıyor hani. Empatiyle ucundan kıyısından baktığınız şeylerin gerçekliğini görmek kişisel gelişimde level atlatıyor. Ailesel şeyler olunca bulunduğunuz kökün de varlığında bir kayma söz konusu. Neydik ne olduk, iyi oldu fakat her iyi olan şey bizde güzellikler getirecek diye kaide de yok. O yüzden hayırlısı demek genelde daha kolaydır. Sonuçtan emin olamadığın için en azından hayırlısı gibi olsun dersin. Öyle oldu. Bizle hem çok bağlantılı hem de bizim oldukça dışımızda yaşanan şeyler hayatımızı asıl etkileyen faktörlerdir. Müdahale edebilirsin etkin olmaz, karar senin değildir. Her şey benim dışımda olup karışır bana, dizeleri gibi yani. Düşün, birçok şey öyle. Bu eşyanın kanunu. Belirli sınırlara ulaşabilecek kapasiteyle var olduk. 

Bitişlerden sonra gelen başlangıçlar süspansiyon gibi. Ev arkadaşımla yılın başında eve çıktık. Her şey sorunsuz ilerliyor. Bulunduğum bu mahalle hakkında sana anlatmam gereken şey bir never say never olayı. İbret alabilirsin. Otobüsle geçerken burada nasıl yaşıyorlar ne garip yer diye bakardım. Tam olarak o bölgedeyim. Ya önceden öğrenmem gereken şeyler için bir şeyi çektim ya da dümdüz şom ağız. Biraz gettovari bir yer fakat evimizin içinden öyle demezsin. Yine bir safe-space ve gerçeklik meselesi. Hep cittaslow yerlerde büyüdüğüm için garipsiyorum. Saatlere dikkat etmek, site güvenliği olması, dar bir alanda var olup sadece toplu taşıma ile ulaşım sağlayabilmek...kendimi ilk zamanlar hala ne bu şehre ne de eve ait hissediyordum. Zaman ilerledikçe kişi evde temizlik yaptıkça, evet bu temizlikler belirleyici, oraya bağlanıyor. Şimdi aitliği sindirdim diyebilirim. Daha önce gözüme batan detayları sindirmiş durumdayım. Son kattayız, gökyüzüne ve ilerisine bakıyorum; manzara güzel, sigara içerken keyif veriyor. 

Yılbaşına girerken manifest işlerine daldım. Yılbaşı günü dilekler yazdık. 5 Tane içimden çok geçen şeyi yazıya döküp evimizdeki ağacın dibine gömdüm. İnan tüm enerjimi verdim, spesifik say desen sayamam. Zaman kapsülü deniyormuş buna, bu yıl ya da yaza kadar açıp bakınca neler olmuş neler geri tepmiş anlayacağım. Karantinadan sonra böyle işlere merak fırladı, ben de dahil. Astroloji, tarot hastası oldum. Güzel şeyler fakat her şey gibi fazlası kötü. Enerjimi kanalize edecek spiritüel şeylere her zaman ihtiyaç duyan biri oldum, hiç değişmiyor. İnanca dayanan her şeyden elimi çekmek beni çok fena bir umutsuzluğa sürüklerdi. Balık etkiliyim oldukça zaten. Fazlasıyla zıtlıklarım var ama. Koç, İkizler, Balık. En etkisini gördüğüm burçlar bunlar. Hepsi birbirinden alakasız fakat bir o kadar dengesiz. Potansiyel ise yüksek, işletilebilirse. Koçun cesaretini, İkizlerin zekasını ve Balığın yaratıcılığını çalıştırmam  lazım. Gerisi gelir bak. Üzerine çalışılacak şeyler, ben kulaktan dolma bilgilerle ve arkadaşım sayesinde öğreniyorum. İnanç sistemi gibi belirlemişliğim yok fakat bir idea olarak bende yeri büyük.

Farklı başlangıçlar da oldu, ilişkisel. Peşi sıra başladılar ve bittiler. Çok hızlıydı. Belki bakınca ortak kişi ben olarak sorumlu da benimdir. Victim rolünü sahiplenmekten nefret ederim. Dürüst olmak ve hissetmek pek bir arada olması gereken şeyler değil. Üzerine idealize etme durumun varsa bayağı şeytan üçgeni. Tercih yapmak lazım. Ya kuralına göre oyna ya hislerini bir çuvala koy ki bu benim gibi biri için imkansız, güdüsel yaşıyorum; ya da son seçenek farkındalığını törpüle yaşadığın her şeye bir malak kıvamında bak. Söylemesi kolay, kendime söylemem daha kolay. 2021 Bu açıdan da öğreticiydi en çok işte. Çok farklı kişilerle çok farklı deneyimler. Bazen bu yüzden ilahi olarak korunduğuma inanıyorum. Karşıma ne çıkarsa çıksın mutlaka bana kendim hakkında bir şeyi kabul etsem de etmesem de öğretiyor. Evren istiyorsan al sana getirdim ama sonuçlarına katlan diyor böyle. Katlandık, geçen yıla kilit vurup ilerlemek istiyorum. Bu konularda kırılmış hissetmek beni gerçekten her şeyden daha fazla yoruyor. Yine bir astrolojik konumumla aşırı bağlantılı, kafa şişirmeyeyim.


Yeni yıl hepinize güzellikler getirsin. Kutlama sofralarında buluşalım. ♥



Yazarken arkada tekrar tekrar çaldı.


28 Ağustos 2021 Cumartesi

Sonbaharı Karşılama Günlüğü ve Birtakım Düşünceler

Arayı açmadım bak, geldim. 

Kiraz saplı çay içiyorum. Bazen hiçbir şey yolunda olmasa bile çay içmek her şey yolundaymış gibi hissettirir. Bir de bitki çayıysa diyete başlama motivasyonunu tetikler. Maria'nın son podcastini dinliyorum. Sıcak bir duştan çıktım, hava duştan daha sıcakmış. Soğuk duş alamam nefesim kesiliyor gibi oluyor. 

Kedi sahipleneceksen bütün sokaktaki kedileri de sahiplendiğinin farkında olmak lazımmış. Bizim ufak ufak besleme işi büyüdü aşağıda baktığımız ikisini bugün kısırlaştırdık. Sorma hiç nasıl geçtiğini. Türkiye, biliyorsun; iyilik yapmak cezasız kalmaz, burnundan gelir. Sonuç olarak iyiler şu an, iki tane kardeş; biri kız biri erkek. Birbirlerine sokulup yatıyorlardı en son. Öyle içim acıyor ki blog. Bizimle aynı hissettikleri, sevgi duyup üzüldükleri öyle belli ki. Bazen sokakta daha fazlasını görmemek için odaklanmıyorum. O dramayı bünyem sünger gibi çekiyor. Üç dört gün misafir olacaklar sonra bahçede yer yapacağız. Keşke müstakil bir evim olsaydı kafasını fena halde yaşıyorum. Bir sürü kedi doldururdum. Rahat rahat mama verip yuva yapardım. Fena zaman, emek ve para istiyor gerçi; onlar da lazım. Birileri yapmalı ama işte, dünya diğer türlü dönmüyor. 

Ev yok. Olan evler pahalı. Kalan evler çirkin. Okulun açılmasına 22 gün var, bizim ev bulmamız gereken süre ise 15. Zaman çok hızlı akıyor. Ben açılacağını bile sindiremedim. İçimden bir ses tekrar kapanacak da diyor. Türkiye, biliyorsun. Hangisi mi tercih ederim? Bilmiyorum. İki türlü de hoşuma gidecek-gitmeyecek şeyler var. Mental olarak başlamaya net hazır olduğumu da söyleyemiyorum bak ama. Uzun zamandır evde olmanın konforu tekrar bölünecek. Günün sonunda kendi odamda olamadığım her yerde misafir gibi hissediyorum. O sakin kafa, koku ve eşyalar lazım bana. Çok inatçıyım dimi? Ahmet Erhan'ın ''Radikal bir çiceğim yalnız kendi saksısında açan.'' Dizesini bu yüzden kullanıyorum. Öyle. Fakat öyle olmakla problemim yok. Ergenlikte daha çok sorun ederdim. Neden böyleyim? Neden böyle olmak zorunda? Neden? Bir sürü neden. Şimdi kırıntıları var. 10 ise 5'e düştü, 3'ü zorlamaz. 

İnsan değişmez ve tarih tekerrür eder laflarına temkinliyim artık. Paris İşçi Üniversitesindeki Felsefe derslerinden notlarla derlenmiş bir kitap anlatıyor. Materyalizm söz konusu olan tabi. Her şey devam ediyor, aynı nehirde iki kez yıkanmaz, tez-antitez-sentez, madde şeyden önce gelir, şeylerin bizim görüşümüzden hariç varlıkları vardır...Diyalektik materyalizm hani Marx'ın olan modern hali. Marx tüm bu hikayeyi insanlık tarihine uyguladı ve her şeyin bir sınıf savaşımı halinde olduğunu fark etti. Bu yüzden Kapital çökecek diyor, çünkü sürekli kendi düşmanlarını kendi yaratıyor yani işçi sınıfını. Er ya da geç sentez olmak zorunda. Sonrasında proletarya diktatörlüğü...diye gidiyor. Her şey bir başkalaşım ve ilerleme halinde. Ölümün içinde yaşam, yaşamın içinde ölüm. Tavukla yumurta ilişkisi. Her şey bir zıttı ile var olur mottosu. Yani çatışım ve tezatlıklar kötü değildir. Bak insandan da öyle demek ki. Ben bunu diyalektikle ifade etmeden aynı terimsel ifadeleri kullanmıştım. Yani sonuç? Diyeceksin. Şöyle ki kendi tarihimizde ilerliyor, kişisel olan. Bizim kendimizle olan ilişkimiz. Hep bir çatışma işte, yaşamayan yoktur. Bundaki devinimler dışarıya ''değiştin'' olarak yansıyor. Yalnız günün sonunda aynı kişi hissedip öyle yorumlamamızın sebebi aynı zamanda bir çember döngü de mevcut. İdealizm gibi kendini yenileyen bir çember değil. Daha kompleks. Yani hep kendimizizdir, demekten çok hep kendimize döneriz, demenin daha materyalist olması gibi. Çok mu uzattım? Bir kitap okudum diye çözmedim işi elbet. Sadece tarihimiz tekerrür etmiyor belirtmek istedim. Her şey her an çok farklı, biz de. Kendimize üzülmekten hatta belki Sartre demişti ''Üzülmeyi tercih etmekten'' vazgeçmeliyiz. Show must go on. (Çok kolaydı!)

*Podcasti azıcık daha dinleyip geldim, dinlerken yazamadığımı fark etmiştim, çay soğudu, hava serinledi*

Sonbahar geldi. Pumpkin Spice Latte çıkmadan inanmak istemiyorum. Bir de sırtıma ince hırka geçirmeden. Yeşil kazak giymeden. Doğa da döngü halinde bak, hep değişir ama döngü devam ediyor. (Geçmiştik bunu.) Eylül stres demek bir yandan. Öğrenci olduğun sürece bu böyledir. (Bunu da geçmiştik.) Her yazıda illa bir plan sıkıştırırdım araya. Bu sefer kendimi kendime bırakıyorum. Planlar yazılmak değil bir amaç uğruna gerçekleşmek için var zaten. Yine de içime sinen bir ev bulsam fena olmaz ya. (Bunu enerji yollayıp geçelim.)

Yan sekmeleri gezmekten dikkatim dağıldı. Twitter saatlerimi yiyor bazen. Karşılığını sinir sistemi bozukluğuyla ödüyoruz. Okul başlayınca azalır illa, gündemi okur bir iki saçmalayana bulaşır, isyanımı eder çıkarım. Göreceğiz.

İçime sindi bu yazı. O yüzden senin neler yaptığını da duymak istiyorum. Yazarsan sevinirim.

çav.